DİYARBAKIR GÜVERCİNLERİ
Diyarbakır’da gül ve ipek merakının yaygın olduğu Osmanlı Devletinin son dönemlerinde, Diyarbakır’ın ileri gelen zengin aileleri arasında, konaklarda güvercin yetiştirilmekteydi. Bu geleneğin Diyarbakır’da 500 yıldan beri var olduğu bilinmektedir. Bu nedenle güvercinler bölgede biraz da güç ve zenginlik göstergesi olmuşlardır. Bugün bile bölgede fazla kuşa sahip olmak bir ayrıcalık ve mevki gibi algılanmaktadır.
Diyarbakır’da, Osmanlı döneminden beri titizlikle ıslah edilen ve genel olarak “ Diyarbakır Güvercinleri ” adı ile bilinen yerel bir güvercin ırkı bulunmaktadır. Bu ırkın bugün Diyarbakır ve yakın çevresi dışında, ülke genelinde fazlası ile bilindiğini ve tanındığını söyleyemeyiz. Birbirinden farklı özelliklere sahip “Diyarbakır Güvercinleri” 4 ayrı ırk altında toplanmaktadır. Bu ırklar, Göğsüak, Ketme, Kızılbaş ve İçağlı olarak adlandırılmaktadır. Her grubun içinde ise, 6 ayrı renk kombinasyonu yer almaktadır. Sadece Kızılbaş ırkının 5 renk çeşidi bulunmaktadır. Renk çeşitleri ile birlikte Diyarbakır ırklarının toplam birey sayısı 23 tanedir. Bu güvercinler bölgede Osmanlı döneminde olduğu kadar günümüzde de en gözde kuşları arasındadırlar.
OSMANLI’DA YETİŞTİRİLEN DİĞER IRKLAR
Evliya Çelebinin belirttiğine göre, 1600 lü yıllarda Osmanlı’da, kuşbazlar 500 dükkan ve 600 kişiden oluşmaktadırlar. Yetiştirilen güvercin ırkları ise şöyle sıralanmaktadır ; pal, taklabaz, şeber, cevizi, Şami, Mısıri, Bağdatlı, munakkit, alare, marselos ( martoloz ), demkeş, sabe, talazlı, pelenk, jebar, kızıl ala, kara ala, tekir ala, varkil ala, sade kut, taçlı kut, çakşırlı kut.
Bu ırkların bir kısmı hakkında yukarıda bilgi verdik. İçlerinde hakkında hiç bilgi bulamadıklarım da var. Osmanlı arşivinde ve ülke içinde yerel olarak yapılacak iyi bir çalışma ile bu ırkları belirleyebilmek mümkün olabilir. Çünkü bu ırkların çoğu muhtemelen bugün bizim bildiğimiz ve tanıdığımız ırklardır. Sadece adlandırış farklılıkları olduğu ve haklarında fazla bilgi olmadığı için tespit etmekte zorlanıyoruz.
OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE KAYBOLAN IRKLAR
Osmanlı döneminde yetiştirilen tüm güvercin ırklarını bütün özellikleri ile birlikte saptayabilme olanağım olmadı. Bunun için İstanbul’da bulunan Osmanlı Devlet Arşivi’ndeki bir çok belgenin tek tek Türkçe’ye çevrilmesi gerekiyor. Şüphesiz bu çok uzun sürecek bir çalışmadır. Ancak böyle bir araştırma sonucu bu konudaki bilgilerimiz artırılabilir. Eğer Osmanlı’da hangi ırkların yetiştirildiğini tam olarak belirleyebilirsek, hangi ırkların kaybolduklarını da çıkartabiliriz. Ben burada sadece saptayabildiklerimden bahsedeceğim.
Makaracı ( Roller ) ırklarımızdan bugün dünyada “Oriental Roller” ve “Smyrna Roller” adı ile bilinen ırklarımıza artık ülkemizde rastlanmamaktadır. Oysa bu ırklar Osmanlı döneminde ülkemizde bilinen ve yetiştirilen ırklardı. Oriental Roller ırkının kaynağı, genel anlamda Asya ve batıda “Asia Minor” olarak bilinen Anadolu’dur. Bugün ülkemizde ne yazık ki Oriental Roller kalmamıştır. Smyrna Roller ırkımızın ise sadece eski Yugoslavya’yı oluşturan ülkelerde bulunduğu bilinmektedir.
Ancak köken olarak Oriental Roller ve Smyrna Roller ( İzmir Makaracısı ) gibi eski makaracı ırklarımızdan kaynaklanarak geliştirilen bir çok makaracı güvercin ırkı, gerek ülkemizde gerekse dünya üzerinde varlıklarını sürdürmektedirler.
Makaracı ırklarımızın yanı sıra bazı Fantail ( yelpaze kuyruk ) güvercin ırklarımız da yok olmuştur. Bunlar arasında Osmanlı’da Nemsavi ve Hendavi adı ile bilinen iki ırkımızı sayabiliriz. Nemsavi, Boyun kısmından omuzlara doğru inen kürk görünümünde tüylü olan bir ırktır. Çok renklidir ve kuyruğu tavus kuyruktur. Hendavi, bu güvercinin de kuyruk yapısı tavuskuyruk denilen tarzdadır, baş geride ve adeta kuyruğa değecek gibi durur. Göğüs ileri doğru top gibi çıkıntı yapar. Her iki ırkında kuyruk telek sayıları 30 – 40 kadardır. Anlatılanlardan Nemsavi ve Hendavi ırkının Hindistan kökenli “Fantail” ırkı güvercinler olduğu anlaşılmaktadır. Günümüzde bu güvercinlere Anadolu’da rastlanmamaktadır. Bugün ülkemizde bulunan tavuskuyruk ırkı bunlardan farklıdır.
OSMANLI’DA GÜVERCİNE VERİLEN DEĞER
Osmanlılar da dikkati çeken bir özellik, güvercinlerin Osmanlı sarayının değerli hayvanları arasında sayılması ve sarayda yetiştirilen güvercinlerde kesinlikle melez ırk bulundurulmamasıdır. Bu konuya dikkat edilmesi gerektiğini belirten bir belge Osmanlı devlet arşivinde mevcuttur.
Hatta saray yönetimi güvercinlerin eğitilmesi, ıslahı gibi konularda bilgisine başvurulmak üzere yurtdışından uzmanlar getirmekten bile çekinmemektedir. Bu konuda 1883 yılında Fransa’dan Möso Jumbar adlı bir güvercin uzmanı getirildiği ve uzmanın konu ile ilgili olarak yazdığı bir yazının çevirisinin güvercin yetiştiriciliğinde kullanıldığı gösteren bir belge bulunmaktadır.
Osmanlı’da halkın güvercinlere olan ilgisi de oldukça fazladır. Günümüzde İstanbul’da benim bildiğim 4 ayrı yerde güvercin pazarı kurulmaktadır. Bunların nerelerde kurulduklarını hepimiz biliyoruz. Ancak bu pazarların Osmanlı döneminde de padişahın emri ile kurulduklarını pek bilmeyiz. O dönemde Osmanlı’da kurulan açık güvercin pazarlarının başında Üsküdar pazarı gelmektedir. Bunun yanı sıra Pera’da da ( Beyoğlu ) bir açık pazar olduğu bilinmektedir. Üsküdar’da 1887 yılından itibaren düzenli bir güvercin panayırının kurulduğunu ve bu panayıra ilgi oldukça fazla olduğunu, 1899 yılında panayırın açılışında güvenlik önlemleri alınması gerektiğine ilişkin bir belgeden anlamaktayız. Ayrıca açık pazarların yanı sıra güvercin yetiştiricileri çarşı içindeki dükkanlarda da kuş satışı yapmaktadırlar.
Osmanlı döneminde güvercinlerle ilgili yazılı belgeler daha çok son döneme aittir. Ülke içinde saraya bağlı çeşitli çiftlikler arasında güvercin nakillerinin yapıldığı bilinmektedir. Aynı nakillere İngiltere ve Fransa başta olmak üzere Amerika gibi dış devletler ile de rastlanmaktadır. Buradaki kuş alış verişi, devletler arasında yapılmakta ve padişahın fermanı ile olmaktadır. Bu yıllar Avrupalı gezginlerin Anadolu’da turlar düzenlediği ve özelliği olan nadir hayvan, bitki türleri ile, çeşitli eşya, kumaş ve tarihi eserlerimizi serbestçe yurt dışına taşıdıkları yıllardır. Aynı yıllar, bazı güvercin ırklarımızla birlikte Ankara keçisinin de yurt dışına çıkartıldığı dönemdir. Gerek kapitilasyonlar ve dışa bağımlılık, gerekse feth edilen coğrafi alanın geniş olması ve son dönem Osmanlı padişahlarının bu konuda gerekli titizliği göstermemeleri sonucu özellikle de Osmanlının son dönemlerinde güvercin ırkımızın iyi korunamadığını söyleyebiliriz.
Osmanlı’da kuş ticareti sadece dışarı kuş gönderilmesi şeklinde değildir. Dışarı ülkelerden Osmanlı’ya kuş getirildiğine ilişkin belgeler de bulunmaktadır. Hindistan’dan, Kalküta’dan, Girit’ten İstanbul’a kuş ve güvercin getirildiğine ilişkin belgeler vardır. Hatta Osmanlı’nın bu konuda kurnazca davranıp farklı ülke kuşlarını çaktırmadan topladığına da şahit olmaktayız. Bu konuda Ahmet Ratip Paşa adlı bir Osmanlı paşasının Hint ülkelerinde basit bir seyyah gibi dolaşarak papağan, güvercin, kumru ve ipekli Hint kumaşı toplamaya devam etmesi yolunda bir belge bulunmaktadır.
Ülke içinde ise Konya ile olan kuş alış verişi dikkat çekicidir. Bu durum Selçuklu’dan bu yana Konya’nın güvercin konusunda gelişmiş bir merkez olduğunu düşündürmektedir. Sarayın Konya Valiliği’nden melez olmayan kuş taleplerine ilişkin belgeler vardır. Konya ile olan kuş alış verişi eskiden beri devam etmekte olan bir tarz havası vermektedir. Bu konudaki en eski belge 1881 tarihlidir. Aynı zamanda sarayın Konya ahalisinden isteyenlere dağıtılmak üzere 195 çift güvercin gönderdiği de bilinmektedir.
BORAN, BORANHANELER VE GÜVERCİNLİKLER
Osmanlı döneminde özellikle Diyarbakır çevresinde, “boran” adı verilen bir güvercin daha vardır. Ancak bu evcil bir tür olmayıp yabanidir. Boranlar bu bölgede gübresi ve eti için yetiştirilmektedirler. Yabani bir tür olduğundan bu güvercinler için yapılan özel yapılarda barındırılmaktadırlar. Boranlar, kale benzeri bu yapıya istedikleri gibi girip çıkabilmektedirler. Bu kuşlara yem verilmez kuşlar yemini dışardan kendisi bulur. Diyarbakır’da bu yapılara “boranhane” denirken başka yerlerde güvercinlik de denilmektedir. Eskiden Kapadokya bölgesinde kayalara oyulmuş bir çok güvercinlik bulunmaktaydı. Bu güvercinliklere bugün de özellikle Soğanlı vadisinin girişinde bolca rastlanmaktadır. Kayalar üzerindeki delikler beyaza boyanarak kuşların dikkatini çekmesi sağlanmaktadır. Kapadokya’da bu güvercinliklerden elde edilen gübreler, bölgede yaygın olan üzüm bağlarında kullanılıyordu.
Boranhaneler gübre elde edilen bir tür ticari işletmelerdir. Bu güvercinlerin gübresine “koğa” adı verilir ve çok değerlidir. Bu güvercinlerin etinden yapılan kebapların lezzeti ise eski dönemdeki bir çok yabancı gezginin anılarında yer almaktadır.
Boranhaneler genellikle üç bölümden oluşur. Her bölümde sıra sıra ufak ancak güvercinlerin rahatlıkla girip çıkabilecekleri büyüklükte pencereler vardır. İç bölümlere “lüle” denilir. Lüleler belli aralıklarla üst üste yapılır. Her lülenin içinde güvercinlerin tünemesi için basamaklar yapılmıştır. Üç bölümlü bir boranhanede üç lüle ve üç basamak var demektir. Boranhanelerin bütün iç duvarlarına kazıklar çakılır ve bunlara söğüt dalından özel olarak yaptırılmış kulplu sepetler asılır. Üç bölümlü bir boranhanede yaklaşık olarak 1500 sepet bulunur. Güvercinlere yalnız kışın, ortalığın karlarla örtülü olduğu günlerde yem verilir. Yem olarak da pirinç zivanı denilen darijan otunun ufak ve parlak olan tohumu, ak ve kızıl darı ile karıştırılarak verilir. Gübreleri yılda bir defa nisan ayında toplanır. Üç bölümlü bir boranhaneden yılda 8 –10 ton gübre alınır.
Eskiden Dicle kenarındaki köylerin bir çoğunda ev sayısı kadar da boranhane bulunmaktaydı, buralarda binlerce güvercin yaşardı. Boranhanelerden elde edilen koğalar ünü dünyaya yayılmış olan Diyarbakır karpuzunun üretiminde ve diğer tarımsal üretimlerde kullanılmaktaydı. Diyarbakır karpuzları sadece bu gübre ile, Dicle kenarındaki kumluk alanlarda açılan kuyular içersinde yetiştirilirlerdi. Sonraları suni gübrelerin çıkması, pratik ve ucuz oluşu nedeni ile tercih edilmeleri sonucu, boranhanelere fazla ihtiyaç kalmadı. Zamanla boranhane geleneği terk edildi ve tamamen kayboldu. Tabi ki bu durum ünlü Diyarbakır karpuzunun da sonunu getirdi. Bugün Diyarbakır karpuzu olarak satılan karpuzların, gerçek Diyarbakır karpuzları ile sadece isim benzerlikleri bulunmaktadır.
Boranların eti de çok lezzetlidir. Diyarbakır boranhanelerinde yetişen güvercinlerin etlerinin lezzeti dünyaya ün salmıştır. 1612’de Diyarbakır’a gelen Polonyalı Simeon seyahatnamesinde Diyarbakırlılar için şöyle der, “... yemek hususunda da cömert olan bu insanlar, Lehistan hariç, İstanbul ve Halep’te dahi görmediğim bir surette mükellef sofralar kurarlar ve çok lezzetli yemekler ikram ederler. Çeşitli kebaplar, börekler ve diğer pahalı yemeklerle beraber ikram edilen koyu ve tatlı Ergani şarabından bir bardaktan fazla içemezsiniz. Tokat’ın paçası, Halep’in mıklası ve Harput’un çakıl ekmeği gibi Amid’in de ( Diyarbakır ) güvercin kebabı meşhurdur.”
1680’de Diyarbakır’a gelen Tavernier ise 1682’de yayınladığı kitabında şunları yazar, “ ... Diyarbakır toprağı çok verimli olup ekmeği ve şarabı nefistir. Burada yenilen et başka bir yerde bulunmaz. Bilhassa burada yenilen güvercin, büyüklük ve tat olarak Avrupa’dakileri çok geride bırakır.”
Osmanlı döneminde en başlardan itibaren boranhane geleneğinin bölgede yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Gene saray belgelerinden anlaşıldığı üzere koğa adı verilen güvercin gübresinin gerçekten çok değerli olduğu ve yurt dışından bu konuda bir çok talep geldiği anlaşılmaktadır. Yabancı ülkelere koğa satışının Osmanlı devletinin ciddi gelir kaynaklarından biri olduğu bu konudaki belgelerden belli olmaktadır.
OSMANLILAR’DA POSTA GÜVERCİNİ YETİŞTİRİCİLİĞİ
Osmanlılar da başlangıçtan beri savaşlarda haberleşme amaçlı posta güvercini kullanıldığı bir gerçektir. Hatta Diyarbakır’ın Osmanlı topraklarına katılması böyle bir güvercinin ulaştırdığı haber sonucu olmuştur. Şah İsmail ve onun denetimindeki Karahan komutasında bulunan İran orduları, Diyarbakır kalesini kuşatmıştır. Kale halkı kuşatmaya karşı direnmiş ancak açlık ve kıtlık sonucu teslim olma noktasına gelmiştir. Tam bu noktada halkın imdadına bir posta güvercini yetişmiş ve Osmanlı ordusunun Bıyıklı Mehmet Paşa komutasında büyük bir ordu ile İstanbul’dan yardıma geldiği haberini getirmiştir. Bunun üzerine halk direnişe devam etmiştir. Bu ordunun Diyarbakır’a ulaşması sonrası 10 Eylül 1515’de Diyarbakır Osmanlı topraklarına katılmıştır.
Bu tarihten sonra her 10 Eylül gününde Diyarbakır’da kurtuluş şenlikleri düzenlenmesi bir gelenek haline gelmiştir. Bu şenliklerin en önemli özelliklerinden biri de güvercin yarışmaları düzenlenmesi ve yarışı kazananlara altın olarak ödül verilmesidir. Bu gelenek, Diyarbakır’da 400 yıl yaşatıldıktan sonra ne yazık ki I. Dünya savaşının kıtlık dolu yıllarında ve onu izleyen Cumhuriyet döneminde unutularak terk edilmiştir. Bu geleneğin bölgede güvercin yetiştiriciliğini ciddi şekilde teşvik etmiş olması doğaldır. Bu gün bile Diyarbakır’ın güvercinleri ile ünlü bir kentimiz olmasında bu geleneğin etkisinin büyük olduğu düşüncesindeyim.
Osmanlılarda haberleşme amaçlı kullanılan güvercinlerin başında Bağdat güvercini gelmektedir. Bağdat güvercinleri o dönemde gerçektende çok kıymetli ve değerli olarak kabul edilmekteydiler.
Osmanlı’da posta güvercini yetiştiriciliği askeri amaçlı olarak ele alınmaktadır. Bu konudaki en eski belge 1890 tarihlidir. Bu belge, Osmanlı ordusunda askeri amaçlı posta güvercini yetiştirilmesini öngörmektedir. Bu tarihten itibaren Osmanlı ordusu posta güvercini alımları yapmakta ve bunların eğitimi ile ilgili çalıştığını bilmekteyiz. 1897 tarihli bir belgede “güvercin posta muhafazası” adlı bir icadın Paris’teki Osmanlı büyük elçiliğine gönderildiğini öğreniyoruz. 1895 yılında yazılmış “posta güvercinlerinin terbiyesi” adlı bir yazı Osmanlı devlet arşivinde bulunmaktadır. Gene savaş zamanı Kerç ile Kefe ve Sivastopol arasında haberleşmede kullanılmak üzere posta güvercini eğitildiği 1898 tarihli bir belge ile bilinmektedir. 1895 tarihli bir başka belgeden ise, Rus filosunun Karadeniz’deki manevraları nedeni ile İstanbul ve Nikolajow veya Sivastopol arasında haberleşmenin sağlanması amacı ile Büyükdere’deki Rus büyükelçisinin konağının bahçesine bir posta güvercini istasyonu kurulduğunu öğrenmekteyiz.
CUMHURİYET YILLARINDA GÜVERCİN YETİŞTİRİCİLİĞİ
Osmanlı sonrası Cumhuriyetin ilk yıllarında da ordu içinde posta güvercinlerinin önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Ülkemizde güvercinler konusunda yayınlanan ilk kitap 1925 tarihlidir. Bu kitap posta güvercinleri ile ilgilidir. 1923 yılında Cumhuriyet kurulmuş olmakla birlikte henüz harf devrimi yapılmamış olduğundan ( Harf devrimi 1928’de yapıldı ) bu ilk kitap Osmanlıca’dır. Nuri Halil adlı bir subayımız tarafından yazılmış olan 48 sayfalık bu kitap, “Muhabere vasıtalarından güvercin usul-i talim ve terbiyesi” adını taşımaktadır. ( Bu kitabı Ankara’da bir sahafta buldum ve satın aldım. Çevirisi yapıldıktan sonra ilerde tıpkı basım olarak yayınlamayı düşünüyorum. )
1931 ve 1936 yılları arasında Cumhuriyet arşivi kataloglarında posta güvercini yetiştiriciliği ile ilgili çeşitli kayıtlar bulunmaktadır. Bu kayıtlardan o dönemde posta güvercini alış verişinin Rusya ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Rusya’dan güvercin istasyonları, muhabere malzemeleri, güvercin maskeleri ve selloloit halka alındığı bu kayıtlarda görülmektedir. 1936 yılına ait bir kayıtta 5000 adet selloloit halka sipariş edilmiş olması ordunun posta güvercini sayısı hakkında kısmen bir fikir vermektedir.
Bu yıllara ilişkin önemli bir bilgi de, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgilidir. Ankara’nın 1923 yılında Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce başkent olması ve arkasından Cumhuriyetin ilanını takiben Ankara’da ilk Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılmıştır. Bu seçimde Atatürk ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir. Atatürk bu yıllarda 1921 yılında kendisi için satın alınan Kasapoğlu köşkünde oturuyordu. Bu yapı bugün de korunarak yeniden düzenlenmiş ve 1932 yılında Cumhurbaşkanlığı köşkü haline getirilmiştir.
Atatürk’ün bu köşkte yetiştirilmek üzere Selanik ( Dönek ) ırkı güvercin getirttiği bilinmektedir. Bu bilgilerden Atatürk’ün de güvercinlere meraklı olduğu ve belki de doğum yeri olan Selanik’te de yetiştirildikleri için bu güvercinleri tercih ettiğini söyleyebiliriz. Bugün Çankaya köşkünde bu güvercinlerden bulunmamaktadır. Belki Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk Orman Çiftliği’ne nakledilmiş olabilirler.
|